“Yaptıkları kötü şeylere
sevinen ve yapmadığı iyi şeylerle övülmekten hoşlananların azaptan
kurtulabileceklerini sanma; onları acıklı bir azap beklemektedir.” (Al-i
İmran suresi, 188. ayet)
Devleti
kutsama seviyesinde duygusal-devletçi gelenekten gelen toplumumuzda, vatan ve
milleti ilgilendiren devlet karar ve icraatları yorumlanırken düşünce sistemi
hep yukarılara doğru yani devletin başındaki insanlara göre şekillenir. Başka
bir deyişle, toplumumuz olayları yorumlarken devlet erkanı yönünde pozitif
ayrımcılık diyebileceğimiz bir “taraf olma” davranışı sergiler. Bunun neticesinde
ise karşımıza –ekseriyetle- meselelerin hakikatinden sapma çıkmaktadır.
Bu
tutuma sebep olan başlıca faktörlerinden biri; bize tarihimizin yanlış
anlatılması ve bunun neticesinde devlet geleneğimiz hakkında yetersiz bilgiye
sahip oluşumuz. Diğer faktör ise çağdaş yönetim sistemleri, insan hakları ve
demokrasi ile tam sağlanamamış olan adaptasyon.
Birinci
duruma örnek verecek olursak; bugün sokaktan çevirdğimiz insanların pek çoğunun
kafasındaki “padişah” tanımı; ülkenin tek sahibi, sorgulanamaz devlet reisi,
ağzından her çıkan fermandır… benzeri şekilde sözlerdir. Eğer tarihimizi doğru
bir biçimde okumuş olsaydık karşımıza, padişahın kararlarını belirli bir şura
heyeti ile aldığı, sorgulanabilir ve denetlenebilir olduğu ve hatta Şeyhülislam
tarafından azledilebilir olduğu gerçeği çıkacaktı.
Çağdaş
yönetim sistemlerine ve demokrasiye sağlanamayan adaptasyon ise yukarıdaki
olumsuzluktan daha büyüktür. Çünkü “demokrasi
anlayışı” batı dünyasında ortaya çıktığı andan günümüze kadar pek çok
revizyon görmüş olmasına karşın, ülkemizde hala en ilkel hali bile
yaşanamamaktadır. Hal böyleyken, bu iki faktörün birbiri içine geçmesi ile devlet resisi kendisini seçenler tarafından “olmazsa olmaz” görülen, yukarıda sözünü
ettiğimiz “yanlış padişah algısı” ile
tek adamlık makamına oturtulmaktadır. Yapılan olumlu işleri o kişiden bilirken,
yapılan veya karşılaşılan olumsuzluklar “üstün
gayretlerle” hayra yorulmaya çalışılmakta, yaşatılan haksızlıklar ise
önemsiz görülebilmektedir. Bu tutumlar ise toplum bireylerini yanlışa karşı
duyarsızlaştırmaktadır.(Ta ki zarar kendisine dokunana kadar)
Peki, yapılan olumlu devlet işlerini nasıl
görür ve değerlendirirsek isabetli bir tutum sergilemiş oluruz? Bediüzzaman Said
Nursi Hazretleri Şualar adlı eserinin 260. sayfasında şöyle diyor;” Nasıl
ki ordunun ganîmeti, malları, erzakları bir kumandana verilse zulümdür,
dehşetli bir haksızlıktır. Hakikat ise, müsbet şeyler, haseneler, iyilikler
cemaate, orduya tevzi edilir ve menfîler ve tahribat ve kusurlar başa verilir.
Çünki bir şeyin vücudu, bütün şeraitin ve erkânının vücudu ile olur ki;
kumandan yalnız bir şarttır. Ve o şeyin ademi ve bozulması ise, bir şartın
ademi(yokluğu) ile ve bir rüknün bozulması ile olur, mahvolur, bozulur. O
fenalık başa ve reise verilebilir. İyilikler ve haseneler, ekseriyetle müsbet
ve vücudîdir. Başlar sahib çıkamazlar. Fenalıklar ve kusurlar, ademîdir(yokluğa
bağlı) ve tahribîdir.”(1)
Sebepler
planında konuşacak olursak; Allah(c.c.), bir güzelliğin ortaya çıkması için pek
çok sebep yaratmış ve bu sebepleri bir biri ile uyum içerisinde tanzim
etmiştir. Çiçeğin açması için toprak, su ve minareller o bitkiyle uyum
içerisinde tanzim edildiği gibi gerekli ısı ve ışığın sağlanabilmesi için de
koca Güneş bitki/bitkilere musahhar kılınmıştır. Hatta insanlık açısından
baharın gelmesi adına Allah(c.c.), risalet(peygamberlik) güneşini insanlara musahhar
kılmış, dahası gecelerin semalarını da o güneşin ashabı olan yıldızlarla
yaldızlamıştır. Eğer ki, Efendimiz (s.a.v)’in ashabı olmasaydı, -yine sebepler
planında- ne İslamiyet, ne peygamberlik ne de Kur’an-ı Kerim tam
anlaşılabilirdi. Bu hakikat o kadar güçlüdür ki; biz Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e
olan(olması gereken) sevgi hürmet ve minnetimizin gereği olarak yaptığımız dualar
ve okuduğumuz salavatlarda O’nun “alini ve ashabını” da unutmayız.
Büyük
başarılar ve zaferler iyi bir kadro, ordu, toplum ve bunları iyi idare edebilen
yönetici ile gerçekleştirilebilir. Bu başarı paydasında ise devletin yönetim
kadrosunun en tepesinden en altına kadar herkesin payı vardır. Bediüzzaman Said
Nursi Hazretleri’nin de dediği gibi güzelliklerin tek kişiye verilmesi
haksızlık olduğu gibi, yanlışların ve kusurların da yönetici kadrosuna mal
edilmek istenmemesi hatalı bir sonuçtur.
Bütün
bu bilgiler ışığında son dönemde yaşanan görevden almalar ve görev yeri
değişikliklerini yorumlayacak olursak karşımıza tuhaf bir tablo çıkıyor. Yıllarca
ülkemiz adına yaşanan pek çok güzelliğe ve olumlu işlere şahitlik ettik ve
ülkemizin artık bazı olumsuzlukları geride bıraktığına dair umut besledik. Yetişen
vatan evlatlarının başarı ise bu umudu perçinledi ve ileriki yıllara bakışımızı
olumlu yönde değiştirdi. Fakat bir noktadan sonra bu durum belirli şahıs ya da
şahıslarda toplanmaya başlandı ve yaşanılan olumlu işlerde hep onların adı
anıldı. Bu açık bir haksızlıktı ve bu hatadan dönüp, diğer vatan evlatlarını
hatırlamak toplumun büyük bir kesiminin aklına gelmedi. Dahası şimdilerde bu
haksızlığa yenileri eklendi.
Yakın
bir zaman önce ülkede yaşanılan olumlu atmosfere vesile olan ve pek çok takdir
kazanan, devlet ricali tarafından teşekkür edilip, “kahraman” ilan edilen bu insanlar, şimdilerde ülkenin dört bir
tarafına hallaç pamuğu gibi fırlatılmaktadır. Savcı ve polisler başta olmak
üzere hemen hemen devletin her kademesindeki bu insanlardan boşalan yerlere
hangi evsafta insanların geldiği, liyakatları ve bilgilerinin ne olduğu konusu
-maalesef- kaygı verici boyuttadır. Öyle ki, özellikle Polis Teşkilatı’nda ehil
ve yetişmiş insan olmamasından dolayı oluşan boşuklar sebebi ile işlerin durma
noktasına geldiği gerçeği ile yüzleşmekteyiz.
Böyle
bir ülke atmosferinde yüzleşeceğimiz başka şey de; bugüne kadar yapılan olumlu
işlerde kimin katkısının ne kadar olduğu gerçeği olacak. Bu yüzleşme belki
biraz acı olacak ama “Hakkın hatırı alidir, hiçbir hatra feda
edilemez” kaidesini yaşayarak, cebri kabule yöneleceğiz. Hatta o kadar
ki, toplum bugün, güzel ve olumlu işleri kendilerine vererek baş tacı ettiği devlet
ricalini yerden yere vuracak, verdiği bütün “haksız rütbe ve payeleri” o insanlardan geri alıp, asıl sahipleri
olan vatan evlatlarına verecektir. Ataların dediği gibi diyelim; “Bir
musibet, bin nasihatten iyidir.”
Ders almak ümidiyle…
----------------------------------
1- Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, sayfa 260, Envar Neşriyat-1995
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder