5 Nisan 2014 Cumartesi

İCRAATTEKİ, HAKSIZ PAY TAKSİMİ


“Yaptıkları kötü şeylere sevinen ve yapmadığı iyi şeylerle övülmekten hoşlananların azaptan kurtulabileceklerini sanma; onları acıklı bir azap beklemektedir.” (Al-i İmran suresi, 188. ayet)   
---------------------------------------------- 
            Devleti kutsama seviyesinde duygusal-devletçi gelenekten gelen toplumumuzda, vatan ve milleti ilgilendiren devlet karar ve icraatları yorumlanırken düşünce sistemi hep yukarılara doğru yani devletin başındaki insanlara göre şekillenir. Başka bir deyişle, toplumumuz olayları yorumlarken devlet erkanı yönünde pozitif ayrımcılık diyebileceğimiz bir “taraf olma” davranışı sergiler. Bunun neticesinde ise karşımıza –ekseriyetle- meselelerin hakikatinden sapma çıkmaktadır.
            Bu tutuma sebep olan başlıca faktörlerinden biri; bize tarihimizin yanlış anlatılması ve bunun neticesinde devlet geleneğimiz hakkında yetersiz bilgiye sahip oluşumuz. Diğer faktör ise çağdaş yönetim sistemleri, insan hakları ve demokrasi ile tam sağlanamamış olan adaptasyon.
            Birinci duruma örnek verecek olursak; bugün sokaktan çevirdğimiz insanların pek çoğunun kafasındaki “padişah” tanımı; ülkenin tek sahibi, sorgulanamaz devlet reisi, ağzından her çıkan fermandır… benzeri şekilde sözlerdir. Eğer tarihimizi doğru bir biçimde okumuş olsaydık karşımıza, padişahın kararlarını belirli bir şura heyeti ile aldığı, sorgulanabilir ve denetlenebilir olduğu ve hatta Şeyhülislam tarafından azledilebilir olduğu gerçeği çıkacaktı.
            Çağdaş yönetim sistemlerine ve demokrasiye sağlanamayan adaptasyon ise yukarıdaki olumsuzluktan daha büyüktür. Çünkü “demokrasi anlayışı” batı dünyasında ortaya çıktığı andan günümüze kadar pek çok revizyon görmüş olmasına karşın, ülkemizde hala en ilkel hali bile yaşanamamaktadır. Hal böyleyken, bu iki faktörün birbiri içine geçmesi ile  devlet resisi kendisini seçenler tarafından “olmazsa olmaz” görülen, yukarıda sözünü ettiğimiz “yanlış padişah algısı” ile tek adamlık makamına oturtulmaktadır. Yapılan olumlu işleri o kişiden bilirken, yapılan veya karşılaşılan olumsuzluklar “üstün gayretlerle” hayra yorulmaya çalışılmakta, yaşatılan haksızlıklar ise önemsiz görülebilmektedir. Bu tutumlar ise toplum bireylerini yanlışa karşı duyarsızlaştırmaktadır.(Ta ki zarar kendisine dokunana kadar)
             Peki, yapılan olumlu devlet işlerini nasıl görür ve değerlendirirsek isabetli bir tutum sergilemiş oluruz? Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Şualar adlı eserinin 260. sayfasında şöyle diyor;Nasıl ki ordunun ganîmeti, malları, erzakları bir kumandana verilse zulümdür, dehşetli bir haksızlıktır. Hakikat ise, müsbet şeyler, haseneler, iyilikler cemaate, orduya tevzi edilir ve menfîler ve tahribat ve kusurlar başa verilir. Çünki bir şeyin vücudu, bütün şeraitin ve erkânının vücudu ile olur ki; kumandan yalnız bir şarttır. Ve o şeyin ademi ve bozulması ise, bir şartın ademi(yokluğu) ile ve bir rüknün bozulması ile olur, mahvolur, bozulur. O fenalık başa ve reise verilebilir. İyilikler ve haseneler, ekseriyetle müsbet ve vücudîdir. Başlar sahib çıkamazlar. Fenalıklar ve kusurlar, ademîdir(yokluğa bağlı) ve tahribîdir.”(1)
            Sebepler planında konuşacak olursak; Allah(c.c.), bir güzelliğin ortaya çıkması için pek çok sebep yaratmış ve bu sebepleri bir biri ile uyum içerisinde tanzim etmiştir. Çiçeğin açması için toprak, su ve minareller o bitkiyle uyum içerisinde tanzim edildiği gibi gerekli ısı ve ışığın sağlanabilmesi için de koca Güneş bitki/bitkilere musahhar kılınmıştır. Hatta insanlık açısından baharın gelmesi adına Allah(c.c.), risalet(peygamberlik) güneşini insanlara musahhar kılmış, dahası gecelerin semalarını da o güneşin ashabı olan yıldızlarla yaldızlamıştır. Eğer ki, Efendimiz (s.a.v)’in ashabı olmasaydı, -yine sebepler planında- ne İslamiyet, ne peygamberlik ne de Kur’an-ı Kerim tam anlaşılabilirdi. Bu hakikat o kadar güçlüdür ki; biz Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e olan(olması gereken) sevgi hürmet ve minnetimizin gereği olarak yaptığımız dualar ve okuduğumuz salavatlarda O’nun “alini ve ashabını” da unutmayız.
            Büyük başarılar ve zaferler iyi bir kadro, ordu, toplum ve bunları iyi idare edebilen yönetici ile gerçekleştirilebilir. Bu başarı paydasında ise devletin yönetim kadrosunun en tepesinden en altına kadar herkesin payı vardır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin de dediği gibi güzelliklerin tek kişiye verilmesi haksızlık olduğu gibi, yanlışların ve kusurların da yönetici kadrosuna mal edilmek istenmemesi hatalı bir sonuçtur.
            Bütün bu bilgiler ışığında son dönemde yaşanan görevden almalar ve görev yeri değişikliklerini yorumlayacak olursak karşımıza tuhaf bir tablo çıkıyor. Yıllarca ülkemiz adına yaşanan pek çok güzelliğe ve olumlu işlere şahitlik ettik ve ülkemizin artık bazı olumsuzlukları geride bıraktığına dair umut besledik. Yetişen vatan evlatlarının başarı ise bu umudu perçinledi ve ileriki yıllara bakışımızı olumlu yönde değiştirdi. Fakat bir noktadan sonra bu durum belirli şahıs ya da şahıslarda toplanmaya başlandı ve yaşanılan olumlu işlerde hep onların adı anıldı. Bu açık bir haksızlıktı ve bu hatadan dönüp, diğer vatan evlatlarını hatırlamak toplumun büyük bir kesiminin aklına gelmedi. Dahası şimdilerde bu haksızlığa yenileri eklendi.
            Yakın bir zaman önce ülkede yaşanılan olumlu atmosfere vesile olan ve pek çok takdir kazanan, devlet ricali tarafından teşekkür edilip, “kahraman” ilan edilen bu insanlar, şimdilerde ülkenin dört bir tarafına hallaç pamuğu gibi fırlatılmaktadır. Savcı ve polisler başta olmak üzere hemen hemen devletin her kademesindeki bu insanlardan boşalan yerlere hangi evsafta insanların geldiği, liyakatları ve bilgilerinin ne olduğu konusu -maalesef- kaygı verici boyuttadır. Öyle ki, özellikle Polis Teşkilatı’nda ehil ve yetişmiş insan olmamasından dolayı oluşan boşuklar sebebi ile işlerin durma noktasına geldiği gerçeği ile yüzleşmekteyiz.
            Böyle bir ülke atmosferinde yüzleşeceğimiz başka şey de; bugüne kadar yapılan olumlu işlerde kimin katkısının ne kadar olduğu gerçeği olacak. Bu yüzleşme belki biraz acı olacak ama “Hakkın hatırı alidir, hiçbir hatra feda edilemez” kaidesini yaşayarak, cebri kabule yöneleceğiz. Hatta o kadar ki, toplum bugün, güzel ve olumlu işleri kendilerine vererek baş tacı ettiği devlet ricalini yerden yere vuracak, verdiği bütün “haksız rütbe ve payeleri” o insanlardan geri alıp, asıl sahipleri olan vatan evlatlarına verecektir. Ataların dediği gibi diyelim; “Bir musibet, bin nasihatten iyidir.
Ders almak ümidiyle…  
----------------------------------
1- Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, sayfa 260, Envar Neşriyat-1995

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder