Sinemaya az-çok aşinalığı olanlar, bir filmin çeşitli dönemlerde farklı
versiyonları ile beyaz perdeye taşındığını bilirler. Konusu aynı olan iki
filmin çekimleri arasında bazen 20, bazen 30, bazen 50 ve daha fazla bir süre
geçebilmektedir. Sinema terminolojisinde buna “remake sendromu” denmektedir.
Aynı konu iskeleti üzerine inşa
edilmiş bu filmlere; “Titanic”, “Yaralı Yüz”, “Kurt Adam”, “King Kong”, “İtalyan
İşi” ve “Köstebek” filmleri örnek verilebilir. Konusu bilinmesine rağmen
insanlar farklı yorumu seyretmek için sinema salonlarını doldurmaktadırlar. Oyuncular,
film yapımcısı, kostümler ve daha bunun gibi pek çok şart değişiklik
göstermektedir fakat ana konuya sadakat içerisindedir yapılan her şey. Özetle söylemek
gerekirse, seyircinin beyaz perdeden aldığı mesajın yolu yöntemi farklı olsa
da, manası hep aynıdır.
Bu durumu yaşadığımız gerçek hayata
uyarlayınca da karşımıza çok garip sahneler ve olaylar çıkmaktadır. Mesela Mehmet
Akif, insan hayatının tarihi serüvenine şöyle bir göz attıktan sonra gördüğü
tekerrür sonucu mu ‘Tarihi
‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar/Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?’(1)
demiştir bilemem ama insanlık tarihinde, insanların önceki yaşananlardan ders
almadan tekerrürüne sebebiyet verdiği olayların sayısı hiç de az değildir. (Bu
durumun adı konmuş mudur bilmiyorum ama ben “relive sendromu” diyeceğim.) Değişen zaman, ortam, şartlar ve
insanlar olsa da değişmeyen tek şey, olaylardaki ana konu veya manadır. Bunu en
basit ifadesiyle söylemek gerekirse, “iyi ve kötünün mücadelesi”. Goethe’nin
Faust’unda ifade ettiği gibi, kıyamete kadar da devam edecek bir mücadeledir.
Yaşadığımız şu günlere baktığımda,
bende hâsıl ettiği düşünce yeni bir “relive sendromu”dur. Çeşitli yönleri ile
ele alınıp değerlendirilebilecek bu konunun, ben “Pers etkisi” tarafını seçtim.
Yıllar
öncesine kadar gittiğimizde karşımıza Âlemlerin Sultanı Hz. Muhammed (s.a.v)
tarafından Kisra’ya gönderilen mektubun parçalanması ile başlayan sürecin, Hulefa-i
Raşidin’in ikincisi olan Hz. Ömer (r.a.) Efendimizin, Sasaniler üzerine Sad bin
Ebi Vakkas (r.a.)’ı göndermesiyle bittiği çıkmaktadır. Fakat Pers’in düşmanlık
serüveni İslam topraklarında şekil değiştirip tekrar başlayacaktır. Bu süreçte,
ilk olarak Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz ve Hz. Osman(r.a) Efendimiz hedefe konulacak,
sonrasında ise Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat bayrağını elinde tutan devlet ya da
topluluklar... Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ‘Mektubat’ adlı eserinin bir
yerinde bu duruma şöyle bir yorum getirmektedir;‘Bahusus bazıların gurur-u
millîleri, Hazret-i Ömer'in (r.a.) darbeleriyle dehşetli yaralandığından,
seciyeten intikama fırsat beklerlerdi. Çünki onların hem eski dini ibtal edilmiş,
hem medar-ı şerefi olan eski hükûmeti ve saltanatı tahrib edilmiş. İntikamını,
bilerek veya bilmeyerek hâkimiyet-i İslâmiyeden almağa hissen taraftar bir
suret almış.’(2)
İslam’da
cihat, en genel ifadesi ile “Allah (c.c.) ile kulları arasındaki engelleri
kaldırmak” olarak tarif edilir. Bu vazife bazen hayra götüren yollar sunarak
icra edilir, bazen ise o yollarda karşılaşılan engelleri bertaraf etmekle. Hz. Ömer
(r.a.) Efendimiz zamanında izlenen yöntem bunlardan ikincisi idi. Çünkü İslam’ın,
çevre ülkelere yayılmasına en büyük engel Bizans ve Sasaniler idi ve bunların
bertarafı gerekiyordu. Feraseti engin Hz. Ömer(r.a.) Efendimiz de bu vazifeyi
bihakkın yerine getirmişti.
Yine Bediüzzaman Said Nursi
Hazretleri Pers şiasıyla alakalı; “la li hubbi Ali, bel li bugzi Ömer”(Ali
sevgisinden değil, Ömer düşmanlığından)(3)
sözüyle onların karakterini ve ruh hallerini ortaya koymaktadır. İşin acı
tarafı bu durum hala devam etmektedir.
Hz.
Ömer(ra.) Efendimiz döneminden biraz daha günümüze yaklaştığımızda karşımıza
veli padişah 2. Bayezit dönemi gelmektedir. Sahnede yine Pers şiası vardır ve
Osmanlı Devleti’nin en derin yerlerine kadar nüfuza sahip olmaya
başlamışlardır. O sıralar Trabzon sancağında bulunan Şehzade Selim(o sıralar
henüz Yavuz bir Sultan değildi.) devlet içindeki Pers tesir ve tehlikesinin
farkına varıp, babasını uyarmaya çalışmıştı. Bunda çok da başarılı olamayınca
idareyi bir şekilde ele geçirip,* atını doğu topraklarında fitne çıkarıp, birçok
cana kast eden ve Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat kutsallarına dil uzatıp türlü
hakaretler eden Pers şiasının üzerine sürmüştür. Hz. Ömer(r.a.) Efendimiz
dönemi ile bu dönem arasında çok uzun bir zaman olmasına ve çoğu şartların değişmesine
mukabil değişmeyen şey, hadiselerin ana konusu; Persin kini ve intikam
duygusudur. Kahramanların karakterlerindeki benzerlik ise bu durumu teyid eder
niteliktedir. Yavuz Sultan Selim(cennetmekân) hiddeti, cesareti ve cüssesiyle
olduğu kadar İslam’a bağlılığı ile ne kadar Hz. Ömer(r.a.) Efendimiz’e
benziyorsa, malın, saltanatın vermiş olduğu kendini beğenme, kibir ve
şımarıklığı ile de Şah İsmail, o kadar Kisra’ya benziyordu. Ve Allah (c.c.)
Kisra’nın karşısına Hz. Ömer’i çıkardığı gibi, Şah’ın karşısına Hz. Ömer(r.a.)
Efendimiz’e benzeyen Yavuz’u çıkardı.
Yavuz
Sultan Selim(cennetmekân) döneminden bugüne gelecek olursak durum yine
benzerlik göstermektedir. Yaşananları uzunca anlatmaya gerek yok fakat şunu
belirtmek gerek; Pers, yakın geçmişte Türkiye Cumhuriyeti içerisinde hiç bu
kadar etkin ve faal olmamıştı. Bu durum sadece Türkiye için geçerli değil, bugün
Ortadoğu denilen Mezopotamya toprakları üzerinde Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in
karşısında hangi devlet veya örgütler var ise, yanında Pers devletini görmekteyiz.(PKK
ve Suriye’de yaşananlar bunlardan sadece ikisi). Hal böyleyken, hadiselerin
ibret dili bize şunu fısıldamakta; Ehl-i Sünnet ve’l Cemaate saldırıda bulunan
ve bunca cana mal olan bu Pers zihniyetine karşı, yakın bir zamanda Allah(c.c.)
daha önceki zamanlarda yaptığı gibi Hz. Ömer(r.a.) Efendimiz gibi bir “Yavuz”u
İslam’a bahşedecektir. O zamana kadar bize düşen şey ise, elimizde tutmaya
çalışıp da, sahibi olan “Yavuz”a teslim edecek olduğumuz Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat
sancağına sabır ve sadakat ile sahip çıkmaktır. Dileğim odur ki, Rabb-i
Rahimimiz bu sabır ve sadakat teveccühüne nusreti ile mukabelede bulunur
inşAllah.
Dipnotlar
1 - Mehmet Akif Ersoy, safahat,
2 - Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 15. Mektup, İkinci makam,
- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 27. Mektup, 6. Mesele, 3. Nükte,
*Bu konuyla alakalı olay ve yorumları tarih kitaplarına havale ediyoruz.
- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 27. Mektup, 6. Mesele, 3. Nükte,
*Bu konuyla alakalı olay ve yorumları tarih kitaplarına havale ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder