Bulunduğum Kaf Dağı’ndan benden olmayan bir gözle Güneş’e baktığımda aklıma Cem Karaca’nın bir şarkısı geldi;
“Güneşte demlerim senin çayını/yüreğimden süzer öyle veririm”
İlk duyduğunda insanın hayran kaldığı bir güzelleme bence. Sonra biraz daha düşününce yare sunulacak çayın suyu özden bir ateşle ısıtılsa daha değerli olacağı kanısına vardım. Dağarcığımı yokladığımda ise karşıma bu düşünceyi destekleyecek bir örnek çıktı; Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri.
Üftade hazretlerine talebe olmuş olan bu insan, sabah namazlarında Üftade Hazretleri’nin abdest suyunu ısıtmak ile vazifeli olduğu zamanlarda bir gece uyuya kalır. Ateşi yakmak ve abdest suyunu ısıtmak için çok fazla bir vakit yoktur ve su ibriğini sinesine bastırır, kollarıyla da iyice sarar. Üftade Hazretleri uyanıp, yanı başına geldiğinde mahcup bir tavır içindedir Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ve kollarını sıvamış durumda bekleyen mürşidine suyu vermekten çekinir. Üftade Hazretleri ise;
“Dök evladım korkma” der.
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri suyu dökmeye başladığında sıcak bir su akar ibrikten. Üftade Hazretleri ise o muhteşem cümleyi kurar;
“Evlat, bu su odun ateşiyle ısınmışa benzemiyor, gönül ateşi ile ısınmış.”
Hararet-i derunumla demlerim senin çayını
Hadde-yi dilden süzer de öyle veririm…
15 Mart 2012 Perşembe
ZERREDEN KÜRREYE, SEYREYLE...
bu gece, KAF DAĞI'nın en huzurlu yerinden yine benden olmayan bir gözle baktım kainata, Dünya'ya ve zerrelere... tuhaftır her şey dönüyor; yıldızlar, gezegenler, insanlar ve zerreler... ve hepsi bir yöne doğru dönüyor; saat yönünün tersine. gezegenler Güneş etrafında öyle dönüyor, yıldızlar kendi etrafında öyle dönüyor, insanlar Kabe etrafında öyle dönüyor, elektronlar atom çekirdeği etrafında öyle dönüyor... mühür gibi bir kural, her şey aynı şekilde hareket ediyor. aynı yerden emir alıyorlar ve anlayana anlattıkları tek bir şey var TEVHİD. zerreye hükmü geçen, koca küreleri de taht-ı emrine alıyor. fakat bunları görebilmek için insanın biraz yükselmesi gerekiyor... şükür ki KAF DAĞI'm var...
HİKMET ÜZERİNE...
"kime hikmet verilmişse muhakkak ona çok büyük bir lütuf ihsan edilmiştir." (K.K)
KAF DAĞI... Efsununa kapılmış ruhum; o yüzden gözlerim ayrı görür, kalbim ayrı atar, aklım başka düşünür sende ve kulağım duyulmazları duyar benden olmayan bir kulakla... yıllar öncesine ait sesler misafirin olmuş sana ve ben duyuyorum onları benden olmayan bir kulakla... Nabi'nin sesi bu, diyor ki;
"Alem-i sugrayız amma alem-i kübrayile
Keffe-yi mizan-ı hikmette beraber gelmişiz.."
neden böyle söylemiş diye düşünelim mi şimdi :)
KAF DAĞI... Efsununa kapılmış ruhum; o yüzden gözlerim ayrı görür, kalbim ayrı atar, aklım başka düşünür sende ve kulağım duyulmazları duyar benden olmayan bir kulakla... yıllar öncesine ait sesler misafirin olmuş sana ve ben duyuyorum onları benden olmayan bir kulakla... Nabi'nin sesi bu, diyor ki;
"Alem-i sugrayız amma alem-i kübrayile
Keffe-yi mizan-ı hikmette beraber gelmişiz.."
neden böyle söylemiş diye düşünelim mi şimdi :)
DOSTLUK VE AŞK...
insanların özlemini çektiği iki şey nedir dense herhalde iki ...kelime ön plana çıkar: DOSTLUK VE AŞK...
çünkü ikisi de insanların en az fakat çok zor sahip olduğu şeylerdir...
hangisi daha değerlidir denilse teorikte dostluk uygulamada ise aşk ağır basar...
hatta çoğu zaman mecazi bir aşka kurban gider yıllarca süren dostluklar...
işte o an anlaşılır o kadar zaman süren ilişkinin dostluk mu yoksa sığ bir münasebet mi olduğu...
tercih söz konusu olduğunda dildeki şeylerin değeri anlaşılır her konuda olduğu gibi aşk ve dostluk konusunda da...
benim fikrim en büyük aşklardan daha değerlidir hakiki dostluklar...
ve hiçbir gerçek dostluk kurban gitmemelidir MECAZİ hiç bir aşka...
HAYAT ÜZERİNE BİR SÖZ...
"Hayat sana hak ettiğinden fazlasını vermiş" diye bir söz vardır ya hani, iki yönlü tuhaf gelir bu söz bana;
1- Hayatın herhangi bir şey verme kudret ve selahiyeti yoktur, nihayette o da mahluktır, Allah'ın yarattığı bir şeydir.
2- Hak etme mevzuğuna gelince, biz zaten, tüm insanlar olarak hiç bir şeyi hak etmiyoruz, çünkü her şeyin sahibi ve asıl mülk sahibi Allah'tır... sahip olduğumuz bütün güzellikler O'nun lütfu ve keremidir...
1- Hayatın herhangi bir şey verme kudret ve selahiyeti yoktur, nihayette o da mahluktır, Allah'ın yarattığı bir şeydir.
2- Hak etme mevzuğuna gelince, biz zaten, tüm insanlar olarak hiç bir şeyi hak etmiyoruz, çünkü her şeyin sahibi ve asıl mülk sahibi Allah'tır... sahip olduğumuz bütün güzellikler O'nun lütfu ve keremidir...
BOŞ YERE...
soğuk bir günün sonunda üşümüşlükten kurtulmak adına sığındım bir akşam kahvesinin cam kenarındaki masasına oturmuş öylece boş gözlerle seyrediyordum dışarıyı. dalgın, belki biraz kırgın belki biraz da üzgün... söylemiş olduğum sütlü kahve henüz gelmişti ki, çantamdan çıkardığım bir not defterine içimi dökmeye karar verdim, ruhumu, gönlümü bu hüzünd...en boşaltmak istedim... beyaz sayfaya dokundurduğum kalem noktalar oluşturmuştu... yazamıyordum, hırstan, yine zamansız ve amansız bir firaka kurban giden düşleri kaybetmenin hırsından... kalemi defterin üzerine bıraktım, bir yudum daha alıp kahvemden ellerimi kafamın arkasında birleştirip biraz geriye doğru yaslandım oturduğum koltukta... birden dışarısında kaldığım olağan hayatın içersinde buluverdim kendimi, kulağıma hemen bir şarkı çalındı o an... aslında yazamadıklarımın bir parçasıydı şarkının sözleri... yazmak istediklerimden vazgeçip o şarkının sözlerini yazdım ve bugünün tarihini düştüm altına, yazacaklarımın hülasasından çok da farklı değildi çünkü...
"ben sana nerden tutuldum
yokluğunda hem nasıl duruldum
sağ elimi solumla avuttum,
boş yere, boş yere, boş yere
aahhhhh boş yereeeeeee"
"BEYAZ DUVARLAR ARASINDAKİ ADAMIN GÜNCESİ'NDEN"
"ben sana nerden tutuldum
yokluğunda hem nasıl duruldum
sağ elimi solumla avuttum,
boş yere, boş yere, boş yere
aahhhhh boş yereeeeeee"
"BEYAZ DUVARLAR ARASINDAKİ ADAMIN GÜNCESİ'NDEN"
13 Mart 2012 Salı
PLATONİK AŞK PARADOKSTUR...
Platonik aşk, yani tek taraflı aşkın Platon’a göre tanımlanmış şekli bir bakıma paradokstur. Aşk tek taraftadır ve âşık, maşukuna endeksli bir hayat sürer. Yani âşık maşukunun umurunda bile değildir, onun dikkatini bile çekmez. Fakat maşuğun her hareketi, her sözü ve tavrı aşığın seyir defterine yazılıp durur. Ve aşığın ruh halini, davranışlarını, sözlerini ve daha pek çok şeyini bunlar belirler.
HAYAL..
Gerçek denen bu hayattan arada bir kurtulmak ve bu hayat içerisindeki insanlardan kaçmak için güzel bir şehir biliyorum. Gitmesi bazen zor oluyorsada mühim değil, orada geçirilen unutmuşlukla çevrili sürur her şeye değiyor. Yolu yok, belli bir rotaya da bağlı falan değil üstelik bu yolculuk… Kaf Dağı’nda her şeyiyle sizin kurduğunuz bir ülke; hayal ülkesi…
Çoğu zaman orda geçirilen vaktin hesabı yoktur. Çoğu insan bu yüzden olsa gerek oraya sıklıkla gider… Arada benim de uğradığım yerdir. Kimsenin kimseden haberi yoktur, dış dünyaya ve diğer insanlara tamamen kapalı bir dünyadır, yalnız değilseniz de bir başınasınızdır orda. Çünkü hayal ülkesine misafir ettiğiniz insanların hiçbir zaman haberi olmaz orda olduklarının, siz söylemedikten sonra…
İlk bakışta güzel, sonra anlamsız gelir belki hayal(ülkesi) kurmak ama gerçek hayatın bir bakıma mayası olması hasebiyle önemlidir. Gerçekleşir veya gerçekleşmez o hayal sahibinin hayal ile gerçek arasındaki kurgulama becerisine kalmış bir şeydir… Her ne kadar bazen anlamsız gibi gözükse de güzel şey hayal kurmak, güzel şey başkasının hayaline misafir olmak… Unutmayın, siz de bir yerlerde bir kişinin hayaline misafirsiniz…
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
