Sessiz ve sakin ortamlarda kaldığım bazı zamanlarda çocukluk yıllarıma
gider ve hayatımın en güzel günleriyle içimi ferahlatırım. Oyunlar,
arkadaşlıklar ve yaşanılan daha pek çok güzel anlar yönüyle pek çok insanın
yaşayamayacağı bir çocukluk dönemini yaşamış olma ayrıcalığının keyfini
yaşıyorum.
O günlerde çok defa üzerine
çıkıp oynadığımız, pek çok çocuğun da bildiği taht-ı revan vardır. Ne zaman
aklıma gelse bana hep hayatın durumunu anımsatır. İnsan da hayat içerisinde bir
aşağı iner, bir yukarı çıkar ve çoğu zaman da bu ahenk içinde olur. Aşağı inen
insan sabır gösterip dişini sıkarsa belirli süre sonra yavaş yavaş yukarı doğru
yükselir ve yukarı çıkan da kendisini tam oraya ait sandığı anda yavaş yavaş
aşağı doğru inmeye başlar. İşte her iki noktadaki hali insanın ahlakı hakkında
bilgiler verir.
Fakat taht-ı revan bugünlerde
bana yukarıdaki garip fikirden başka bir ilham verdi; yere çakılan ve fırlayan insanlar.
Eğer taht-ı revanın bir ucuna oturan bir kişi, bir anda oradan atlarsa diğer
uçtaki kişi çok hızlı bir şekilde yere çakılır ve zarar görür. Eğer taht-ı
revanın bir ucuna biri yerleştiğinde ve diğer ucuna aniden ondan çok daha ağır
biri yerleştirildiğinde, tıpkı bir mancınık sistemi gibi hafif olan kişi
yükseklere fırlar ve kısa bir süre sonra yine yere çakılır. İkinci yerle bir
olma birincisinden daha şiddetli ve daha zararlı olur.
Bu iki teorik bilgiden
birincisinin pratiğini çok rahat gözlemleyebiliriz fakat ikincisi daha çok sirk
gösterilerinde ve özel şovlarda karşımıza çıkar. Konuyu insan davranışlarına
devşirip biraz soyutlaştırmak gerekirse karşımıza yukarıda saydığımız iki kötü
durum kadar belki daha zararlı bir tablo çıkmaktadır.
İnsan ilişkileri Dünya’nın şu
felaket mevsiminde maalesef menfaat odaklı olduğu için, hal, tavır ve sözler de
bu çerçevede ortaya konuyor. İnsanların her bir fiili direkt karakteri olarak
söylenir olmuş, insanın hataya açık ve hataya yapabilir bir varlık olduğunu
unutarak. Güzel bir söz var; “insan, nisyana müptela.” Nisyana müptela bir
insanın ise her zaman hataya açık olduğunu unutmamak gerekir. Bu konuda Kur’an’ın
üslubu ise bizlere edep timsalidir. Kehf suresinde geçen Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın
yolculuğunda yapılan “zahiri” fena işlere karşı Hz. Musa’nın tavrı “sen ne fena
bir iş yaptın.”(Kehf, 71. ve 74. ayet) olmuştur. Bir fiili bütün bir ahlaka
teşmil edip, genelleyip “sen ne kötü bir adamsın.” denmemiştir.
Diğer yandan Fahr-i Kâinat Efendimiz(s.a.v.) şöyle buyurmaktadır; “Sevdiğin
kişiyi ölçülü sev, gün gelir düşmanın olur. Yerdiğin, düşman olarak gördüğün
kişiye de ölçülü kız gün gelir dostun olur.”(Tirmizi, Birr ve Sıla, 60) Demek
ki, pek çok konuda olduğu gibi insan ilişkilerinde de itidal ve dengeli
davranma esastır. Bir insan bir söz veya fiili ile iyi olmadığı gibi, aynı
şartlarda kötü biri olarak da vasıflandırılamaz.(akaidi meseleler hariç)
İnsanların birbirlerine karşı tavırlarına gelince, menfaat ve
pragmatizm ekseninde gelişen ilişkilerde kişiye menfaati dokunan bir işi yapan
iyi, menfaate aykırı iş yapan kötü diyerek hakikat terazisinin dengesini
bozabiliyoruz.
İnsanı yaptığı iyi bir işten dolayı bir anda havalara çıkarmak ve
yüksek bir paye, makam vermek –hele de iradi olarak zayıfsa (hafifse)- o kişinin
geleceği adına felaketin başlangıcıdır çünkü bir anda göğe çıkaran “dengesizlik”
bir anda yer ile yeksan edebilir. Böyle yerle bir oluşta insan, önceki
konumunu da koruyamaz.
Yapılan kötü bir işten dolayı yerilen, kötülenen ve “kötü” denen insan ise yalnızlaştırılıp, kendiyle baş
başa bırakılabilir. Ve böyle bir durum o kişiyi menfi diğer saldırılara ve iç
tuzaklara (bunalım gibi) hedef haline getirebilir. Tanıdığımız veya
tanımadığımız bir insan düştüğünde, sürçtüğünde, hata yaptığında insan olarak
yapılması gereken şefkat ve merhametle elinden tutup kaldırmaktır. Çünkü Âlemlerin
Efendisi, yüreği şefkatle dopdolu o Zat(s.a.v); “Her insan hata yapabilir, hata
yapanların en hayırlısı ise çokça tövbe edendir ”(Tirmizi, Kıyamet, 49/2499;
İbn-i Mace, Zühd,30) buyurmaktadır. İnsanları dil taht-ı revanından yere düşürmek
ve fırlatmak yerine dengeli bakış, düşünce ve söylemle oldukları konumlarında
kabul edip iyiliklerine çalışmamız daha ahlaki bir tavır gibi görünmektedir.

