29 Aralık 2013 Pazar

TAHT-I REVANDAN FIRLATILAN İNSANLAR

      Sessiz ve sakin ortamlarda kaldığım bazı zamanlarda çocukluk yıllarıma gider ve hayatımın en güzel günleriyle içimi ferahlatırım. Oyunlar, arkadaşlıklar ve yaşanılan daha pek çok güzel anlar yönüyle pek çok insanın yaşayamayacağı bir çocukluk dönemini yaşamış olma ayrıcalığının keyfini yaşıyorum.
                O günlerde çok defa üzerine çıkıp oynadığımız, pek çok çocuğun da bildiği taht-ı revan vardır. Ne zaman aklıma gelse bana hep hayatın durumunu anımsatır. İnsan da hayat içerisinde bir aşağı iner, bir yukarı çıkar ve çoğu zaman da bu ahenk içinde olur. Aşağı inen insan sabır gösterip dişini sıkarsa belirli süre sonra yavaş yavaş yukarı doğru yükselir ve yukarı çıkan da kendisini tam oraya ait sandığı anda yavaş yavaş aşağı doğru inmeye başlar. İşte her iki noktadaki hali insanın ahlakı hakkında bilgiler verir.  
                Fakat taht-ı revan bugünlerde bana yukarıdaki garip fikirden başka bir ilham verdi; yere çakılan ve fırlayan insanlar. Eğer taht-ı revanın bir ucuna oturan bir kişi, bir anda oradan atlarsa diğer uçtaki kişi çok hızlı bir şekilde yere çakılır ve zarar görür. Eğer taht-ı revanın bir ucuna biri yerleştiğinde ve diğer ucuna aniden ondan çok daha ağır biri yerleştirildiğinde, tıpkı bir mancınık sistemi gibi hafif olan kişi yükseklere fırlar ve kısa bir süre sonra yine yere çakılır. İkinci yerle bir olma birincisinden daha şiddetli ve daha zararlı olur.
                Bu iki teorik bilgiden birincisinin pratiğini çok rahat gözlemleyebiliriz fakat ikincisi daha çok sirk gösterilerinde ve özel şovlarda karşımıza çıkar. Konuyu insan davranışlarına devşirip biraz soyutlaştırmak gerekirse karşımıza yukarıda saydığımız iki kötü durum kadar belki daha zararlı bir tablo çıkmaktadır.
                İnsan ilişkileri Dünya’nın şu felaket mevsiminde maalesef menfaat odaklı olduğu için, hal, tavır ve sözler de bu çerçevede ortaya konuyor. İnsanların her bir fiili direkt karakteri olarak söylenir olmuş, insanın hataya açık ve hataya yapabilir bir varlık olduğunu unutarak. Güzel bir söz var; “insan, nisyana müptela.” Nisyana müptela bir insanın ise her zaman hataya açık olduğunu unutmamak gerekir. Bu konuda Kur’an’ın üslubu ise bizlere edep timsalidir. Kehf suresinde geçen Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın yolculuğunda yapılan “zahiri” fena işlere karşı Hz. Musa’nın tavrı “sen ne fena bir iş yaptın.”(Kehf, 71. ve 74. ayet) olmuştur. Bir fiili bütün bir ahlaka teşmil edip, genelleyip “sen ne kötü bir adamsın.” denmemiştir.  
Diğer yandan Fahr-i Kâinat Efendimiz(s.a.v.) şöyle buyurmaktadır; “Sevdiğin kişiyi ölçülü sev, gün gelir düşmanın olur. Yerdiğin, düşman olarak gördüğün kişiye de ölçülü kız gün gelir dostun olur.”(Tirmizi, Birr ve Sıla, 60) Demek ki, pek çok konuda olduğu gibi insan ilişkilerinde de itidal ve dengeli davranma esastır. Bir insan bir söz veya fiili ile iyi olmadığı gibi, aynı şartlarda kötü biri olarak da vasıflandırılamaz.(akaidi meseleler hariç)
İnsanların birbirlerine karşı tavırlarına gelince, menfaat ve pragmatizm ekseninde gelişen ilişkilerde kişiye menfaati dokunan bir işi yapan iyi, menfaate aykırı iş yapan kötü diyerek hakikat terazisinin dengesini bozabiliyoruz.
İnsanı yaptığı iyi bir işten dolayı bir anda havalara çıkarmak ve yüksek bir paye, makam vermek –hele de iradi olarak zayıfsa (hafifse)- o kişinin geleceği adına felaketin başlangıcıdır çünkü bir anda göğe çıkaran “dengesizlik” bir anda yer ile yeksan edebilir. Böyle yerle bir oluşta insan, önceki konumunu da koruyamaz.
Yapılan kötü bir işten dolayı yerilen, kötülenen ve “kötü”  denen insan ise yalnızlaştırılıp, kendiyle baş başa bırakılabilir. Ve böyle bir durum o kişiyi menfi diğer saldırılara ve iç tuzaklara (bunalım gibi) hedef haline getirebilir. Tanıdığımız veya tanımadığımız bir insan düştüğünde, sürçtüğünde, hata yaptığında insan olarak yapılması gereken şefkat ve merhametle elinden tutup kaldırmaktır. Çünkü Âlemlerin Efendisi, yüreği şefkatle dopdolu o Zat(s.a.v); “Her insan hata yapabilir, hata yapanların en hayırlısı ise çokça tövbe edendir ”(Tirmizi, Kıyamet, 49/2499; İbn-i Mace, Zühd,30) buyurmaktadır. İnsanları dil taht-ı revanından yere düşürmek ve fırlatmak yerine dengeli bakış, düşünce ve söylemle oldukları konumlarında kabul edip iyiliklerine çalışmamız daha ahlaki bir tavır gibi görünmektedir.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder