15 Aralık 2013 Pazar

YENİ BİR SIFFIN YAŞANMASIN...

"Hz Muaviye bir buluttur ondan bana rahmet yağar, Hz Ali de bir buluttur ondan da bana rahmet yağar. Ben yerdeki bir kişi olarak hangi bulutun daha yüksekte olduğunu bilemem” Ömer bin Abdülaziz

Gelin yıllar öncesine gidelim, Sıffın Savaşı’na,
Hz. Osman efendimizin şehadeti ile başlayan bir tartışma vardı. Hz Muaviye efendimiz, Hz Osman efendimizin şehadetine sebep olan olaylar neticesinde bütün isyancı grubun cezalandırılmasını istemektedir. Hz Ali efendimiz ise,  ferdin hukukunun hiçbir sebeple başka şeye feda edilemeyeceğini söylemiştir.
İslam alimleri bu olayı yorumlarken adalet-i izafi ve adalet-i mahza terimlerini kullanmışlardır. Peki nedir bu iki terimden kast edilen?
Adalet-i izafi, yukarıda anlattığımız olayda Hz Muaviye’nin cinayet şüphesi olan herkes cezalandırılması demesidir. Bu durum genellikle devlet politikalarında caydırıcı bir unsur olarak kullanılan bir yöntemdir. Yani, bir suçu işleyen kişi herhangi bir soy, grup, cemaat, fırka vs gibi şeylere bağlı ise, maslahat görüldüğünde devletin selameti için o kişiyle beraber mensup olduğu topluluklara da ceza verilir veya işlenen suçtan mesul tutulur.
Adalet-i izafi tabirinin uygulamasını Osmanlı Devleti’nde de “devletin bekası için kardeş katli vaciptir” içtihadı ile gözlemlemekteyiz. Bu içtihat ne kadar isabetli, ne kadar doğru bunun tartışmasını ehline havale edelim.
Adalet-i mahza ise, Türkçe karşılık olarak halis, yüzde yüz adalet manalarına gelen bir kavramdır. Hz Ali efendimizin “hak haktır, ferdin hukuku hiçbir şeye feda edilemez.” Sözyle temsil edilmektedir. Bir kişinin işlemiş olduğu bir suçtan dolayı, hukuk önünde anne, baba, kardeş, çocuk, akraba vb gibi hiç kimse mesul değildir. Kuran-ı Kerim ise bu durumu şöyle anlatmaktıdır; “ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ(zümer-7) “hiç kimse başkasının günah yükünü çekmez” bu sebepten işlenen bir kusur, hata, günah, yanlış ne derseniz deyin bunlardan dolayı başka hiç kimse sorumlu tutulup yargılanamaz. Dahası bir kişiye şüpheye bina edilen bir müeyyide de uygulanamaz. Yani bir kişiye, cinayet işleme imkanı şüphesiyle katil muamelesi gösterilemez.
İşte bu iki büyük sahabi efendimizin bir konuda ortaya koyduğu farklı içtihatlar, gözünü açıp İslamiyet’e nasıl zarar verebiliriz diye fırsat kollayanlar tarafından kullanılmış ve pek çok insanın hayatına mal olacak bir kavganın vuku bulmasına sebebiyet vermişlerdir.
Yaşanan hadiseleri günümüze göre yorumlayacak olursak, devletçi anlayışa sahip veya bu düşünceyi savunmak zorunda kalanlar ile hakkı temsili kendilerine şiar edinmiş insanlar arasında Hz Ali efendimiz ile Hz Muaviye efendimiz arasında yaşanan hadiseye benzer bir içtihat meselesi yaşanmaktadır.
Devletin hal-i hazırdaki durumunu koruma adına devlet, kişi veya toplulukların hakkını göz ardı edip, bunun aksine bir uygulama yapabilir. Bu konuda devletçi düşüncede olanlar adına söylenecek pek bir şey yoktur. Fakat diğer tarafta bir kısım hakları devletin organları tarafından kısıtlanan insanların tutumu ne olmalıdır, işte burada biraz kafa yormak gerekecektir. Fakat en kaba tabirle iki yolları var gibi görünüyor; birincisi, devletin bekası için haklarından feragat edecekler, ikincisi, “hakkın hatırı alidir, hiçbir hakka feda edilemez” düsturunu yine hak yolla temsil etmeye devam edecekler.
Böyle bir durumda ortaya çıkan bir takım sorular da yok değil. Mesela, bir meselenin devletin bekasına, yararına etkisi nedir ve ne ölçüdedir? Bunu belirleyen kim veya kimlerdir? Yapılan uygulama hakkında, devlet ne kadar bilgi sahibidir ve yapmış olduğu araştırma var mıdır, varsa sonuçları ne demektedir? Ve en nihayetinde yalpan uygulamalar nerelere kadar uzanacak ve devam edecektir?
Madalyonun diğer yüzünde ise şu göze çarpmaktadır. Toplumda pek çok insanı ilgilendiren bir durumda hakkı savunamama, sonrasında ne tür samimiyetsizliklere sebebiyet verecektir bilinmez. Hakkı ve hakikati temsil edenler Mehmet Akif’in deyimiyle “kesilse de çekilmeye gelmeyecek boyunlara” sahip olmalıdırlar. Çünkü aksi bir tavır en başta Hakk’a karşı saygısızlıktır.  
Tarihin yine karanlık bir koya demirlediği şu günlerde birileri Hz Muaviye efendimizin içtihadı gereğince, birileri de Hz Ali efendimizin içtihadı gereğince amel etmeye çalışmaktadır belki. Ama asıl mesele ondan sonra başlamaktadır. Her iki tarafta savunduğu düşünceyi doğru biçimde ve günahlara bulaşmadan temsil etme zorunluluğundadır. Günah bir boşluktur ve böylesi durumda o boşlukları doldurup, yeni bir Sıffın’e sebebiyet vermek isteyenler gözü açık beklemektedirler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder