"Hz Muaviye
bir buluttur ondan bana rahmet yağar, Hz Ali de bir buluttur ondan da bana rahmet
yağar. Ben yerdeki bir kişi olarak hangi bulutun daha yüksekte olduğunu bilemem”
Ömer bin Abdülaziz
Gelin
yıllar öncesine gidelim, Sıffın Savaşı’na,
Hz.
Osman efendimizin şehadeti ile başlayan bir tartışma vardı. Hz Muaviye
efendimiz, Hz Osman efendimizin şehadetine sebep olan olaylar neticesinde bütün
isyancı grubun cezalandırılmasını istemektedir. Hz Ali efendimiz ise, ferdin hukukunun hiçbir sebeple başka şeye
feda edilemeyeceğini söylemiştir.
İslam
alimleri bu olayı yorumlarken adalet-i izafi ve adalet-i mahza terimlerini
kullanmışlardır. Peki nedir bu iki terimden kast edilen?
Adalet-i
izafi, yukarıda anlattığımız olayda Hz Muaviye’nin cinayet şüphesi olan herkes
cezalandırılması demesidir. Bu durum genellikle devlet politikalarında
caydırıcı bir unsur olarak kullanılan bir yöntemdir. Yani, bir suçu işleyen
kişi herhangi bir soy, grup, cemaat, fırka vs gibi şeylere bağlı ise, maslahat
görüldüğünde devletin selameti için o kişiyle beraber mensup olduğu
topluluklara da ceza verilir veya işlenen suçtan mesul tutulur.
Adalet-i
izafi tabirinin uygulamasını Osmanlı Devleti’nde de “devletin bekası için
kardeş katli vaciptir” içtihadı ile gözlemlemekteyiz. Bu içtihat ne kadar
isabetli, ne kadar doğru bunun tartışmasını ehline havale edelim.
Adalet-i
mahza ise, Türkçe karşılık olarak halis, yüzde yüz adalet manalarına gelen bir
kavramdır. Hz Ali efendimizin “hak haktır, ferdin hukuku hiçbir şeye feda
edilemez.” Sözyle temsil edilmektedir. Bir kişinin işlemiş olduğu bir suçtan
dolayı, hukuk önünde anne, baba, kardeş, çocuk, akraba vb gibi hiç kimse mesul
değildir. Kuran-ı Kerim ise bu durumu şöyle anlatmaktıdır; “ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ(zümer-7) “hiç kimse başkasının günah yükünü
çekmez” bu sebepten işlenen bir kusur, hata, günah, yanlış ne derseniz deyin
bunlardan dolayı başka hiç kimse sorumlu tutulup yargılanamaz. Dahası bir
kişiye şüpheye bina edilen bir müeyyide de uygulanamaz. Yani bir kişiye,
cinayet işleme imkanı şüphesiyle katil muamelesi gösterilemez.
İşte bu iki büyük sahabi
efendimizin bir konuda ortaya koyduğu farklı içtihatlar, gözünü açıp İslamiyet’e
nasıl zarar verebiliriz diye fırsat kollayanlar tarafından kullanılmış ve pek
çok insanın hayatına mal olacak bir kavganın vuku bulmasına sebebiyet
vermişlerdir.
Yaşanan hadiseleri günümüze
göre yorumlayacak olursak, devletçi anlayışa sahip veya bu düşünceyi savunmak
zorunda kalanlar ile hakkı temsili kendilerine şiar edinmiş insanlar arasında
Hz Ali efendimiz ile Hz Muaviye efendimiz arasında yaşanan hadiseye benzer bir içtihat meselesi yaşanmaktadır.
Devletin hal-i hazırdaki
durumunu koruma adına devlet, kişi veya toplulukların hakkını göz ardı edip,
bunun aksine bir uygulama yapabilir. Bu konuda devletçi düşüncede olanlar adına
söylenecek pek bir şey yoktur. Fakat diğer tarafta bir kısım hakları devletin
organları tarafından kısıtlanan insanların tutumu ne olmalıdır, işte burada biraz
kafa yormak gerekecektir. Fakat en kaba tabirle iki yolları var gibi görünüyor;
birincisi, devletin bekası için haklarından feragat edecekler, ikincisi, “hakkın
hatırı alidir, hiçbir hakka feda edilemez” düsturunu yine hak yolla temsil
etmeye devam edecekler.
Böyle bir durumda ortaya
çıkan bir takım sorular da yok değil. Mesela, bir meselenin devletin bekasına,
yararına etkisi nedir ve ne ölçüdedir? Bunu belirleyen kim veya kimlerdir? Yapılan
uygulama hakkında, devlet ne kadar bilgi sahibidir ve yapmış olduğu araştırma
var mıdır, varsa sonuçları ne demektedir? Ve en nihayetinde yalpan uygulamalar
nerelere kadar uzanacak ve devam edecektir?
Madalyonun diğer yüzünde ise
şu göze çarpmaktadır. Toplumda pek çok insanı ilgilendiren bir durumda hakkı
savunamama, sonrasında ne tür samimiyetsizliklere sebebiyet verecektir
bilinmez. Hakkı ve hakikati temsil edenler Mehmet Akif’in deyimiyle “kesilse de
çekilmeye gelmeyecek boyunlara” sahip olmalıdırlar. Çünkü aksi bir tavır en
başta Hakk’a karşı saygısızlıktır.
Tarihin yine karanlık bir
koya demirlediği şu günlerde birileri Hz Muaviye efendimizin içtihadı gereğince,
birileri de Hz Ali efendimizin içtihadı gereğince amel etmeye çalışmaktadır belki. Ama asıl
mesele ondan sonra başlamaktadır. Her iki tarafta savunduğu düşünceyi doğru
biçimde ve günahlara bulaşmadan temsil etme zorunluluğundadır. Günah bir
boşluktur ve böylesi durumda o boşlukları doldurup, yeni bir Sıffın’e sebebiyet
vermek isteyenler gözü açık beklemektedirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder