24 Aralık 2013 Salı

BARIŞ VE KARDEŞLİK ADINA MÜTEVAZİ BİR ÖNERİ


    Yaşanılan bugünkü dünyaya baktığımız zaman, insanlığın “barış ve kardeşliğe” ekmek-su gibi muhtaç olduğunu söylemek çok zor değil. Bununla beraber bu iki kavram yıllarca rafta durup, ara sıra ele alınıp muhtevasına bakılmadan öylece yerine konan eski kitaplar gibi durmaktadır. Dışı olabildiğince yıpratılmış fakat içeriği hakkında çok fazla fikre sahip olunmayan barış ve kardeşlik kitaplarının etraflıca ele alınıp, üzerine fikir sancıları çekilip, özünden alınan ilhamlarla insanlığa çareler sunulması bir nebze olsun dünya üzerindeki huzursuzluk ve kavgaların çözümü için başlangıç olabilir.
                Ziya Paşa, terkib-i bendinin birinde şöyle der, 
                 Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî
                 Her merhem her yâreye derman mı sanırsın.” 
             Demek oluyor ki, her hastalığın ne olduğunu bil, sonra tedaviye başla. Her merhemi her yaraya derman olur mu sandın. Ziya paşa’nın dediği, yıllarca yapılmasına rağmen, yani herkesin barış istediği, kardeşlikten dem vurduğu bir dünyada hatta “Nobel Barış Ödülü” ile de barış ve kardeşliği temin için ortaya konan gayretler teşvik edildiği halde külli bir barış ve kardeşlik anlayışı dünya üzerinde maalesef hâkim değildir. Peki neden?
                Bu soruyu kendime sorduğumda karşıma iki seçenek çıkıyor. Birincisi; daha başta hastalığın teşhisi adına yapılan saptamalar, sağlıklı değildi. Yani, hastalığın kaynağı tam olarak bilinemedi ve neticesinde ortaya konan tedavi yöntemleri çare olmadı. İkincisi ise; barış ve kardeşlik tesis etmeye çalışanlar samimi şekilde bu işe girişmediler.
                Benim aklıma gelen varsayımlar gibi daha pek çok ihtimal ve varsayım bu konu üzerine kafa yoran kişilerin de aklına gelebilir. Onların da bu konuda tahmin, varsayım ve çözüm önerileri olabilir. İşte böyle kişilerden olan, Dr. Jill Carroll, bana ilham veren düşüncelerini anlatırken bir üçüncü seçeneği önüme koyuyordu.
                Dr. Jill Carroll, 2009 yılında Amerika’da düzenlenen konferansta sözlerine şöyle başlamıştı; Sonu yıkım olan bir çıkmaza inanmıyorum. Sözde kaçınılmaz medeniyetler çatışmasına inanmıyorum. Bu sözler, dünya üzerinde yaşayan pek az bir topluluğun düşüncesi olarak gelmişti bana. Çünkü bu sözleri duyduğumda aklıma hemen en basit sorulardan biri geldi, “nasıl olacak bu?” Dahası konuşan hanımefendi neye güvenerek bu kadar emin konuşuyordu?
                Aklıma gelen bu iki sorunun cevabını çok beklemeyecektim. Çünkü konuşma şöyle devam edecekti; Ben geleceğin içinde bulunduğumuz anda şekilleneceğine inanıyorum.  Biz kendimizi neye adarsak ve neyi yapmayı seçersek o bizim geleceğimiz olur. Dün öyleydi, bugün de öyle, yarın da öyle olacak.” Dr. Carroll’un konuşması insanlığın barış ve kardeşliğe kavuşması konusunda içimde yeni umutlar yeşermesine vesile olmuştu. Geçen sürede bu ümit katlanarak devam etti.
                Ne zaman barış ve kardeşlik konulu bir sohbette bulunsam veya bir şekilde konuşma bu iki kavrama gelse bazı kişiler dünyanın bulunduğu durumdan gün geçtikçe daha beter bir hal alacağı fikrini taassup derecesinde dile getirmektedirler. Fakat dikkatimi çeken bir nokta var, dünya barışı ve kardeşliğinin sağlanmasını imkânsız derecesinde zor görenler genellikle bu iki konuda hiçbir gayreti olmayanlardır. Bu tür konuşmaları biraz gözlemleyerek bu hakikat net bir şekilde görülebilir.
                Yaşanılan dünyada kötü senaryolar üretmek yerine bir İngiliz atasözü gereğince, karanlığa sövmek yerine, kişisel sorumluluk bilinciyle bir mum yakmak birey adına başlangıç olabilir. Çünkü toplumun belirli bir yere hareketi ancak fertlerin hareketi ile olmaktadır.
                Mevzuu somutlaştırmak gerekirse, insan yeryüzündeki problemlerin kaynağı olarak insandaki duygu ve düşünceleri görmesi barış ve kardeşliğin temin ve tesisi adına bir başlangıç olabilir. Bu noktada ise vicdan faktörü devreye sokulup, çalıştırılırsa önemli mertebeler kat edilebilir.
                Bu noktadan sonra ise karşımıza çıkacak olan şey, barış ve kardeşliğe engel olan faktörler nelerdir? Yukarıdaki problemin kaynağı insanın duygu ve düşünceleridir ön kabulünden yola çıkacak olursak, barış ve kardeşliği temin açısından önemli bir konumda olan vidanı örten, perdeleyen duygu, düşünce ve fillerin kıskançlık, çekememe(hased) ve başkasının sahip olduklarına göz dikme etrafında toplandığı görülmektedir. Daha bunlar gibi pek çok menfi düşünce de söz konusu fillerden beslenmektedir.
                Dünyanın ilk kardeş kavgası Habil ve Kabil’in hikâyesini hatırlayacak olursak, orada işlenen öldürme fiiline kadar kafada dönüp duran ve yer yer kendisini küçük fillerle meydana çıkaran duygu ve düşünceler de yine kıskançlık, çekememe(hased) ve bunlar neticesinde başkasının sahip olduklarına göz dikmedir.
                Küçük çapta değerlendirme olan bu yazı, barış ve kardeşlik temini adına çok şey vaad etmiyor belki fakat bir başlangıç noktası sunma açısında bireysel anlamda yararı olabilir. Vicdan endeksli ve kontrollü iç muhasebe açısından adı geçen üç duygu ve düşünce eğer ferdi planda ıslah edilebilirse öyle ümid ediyorum ki, bir kişinin salih düşünce ve fiili samimiyeti ölçüsünde etrafındaki insanları etkileyebilir ve o salih duygu ve düşünce insan gruplarının, topluluklarının ve hatta insanlığın büyük bir kısmının duygu ve düşüncesi haline gelecektir. Kabul etmek gerekir ki bu iş zordur fakat gayreti müspet yönde olanların artması ile yakın bir gelecekte barış ve kardeşliğin sağlanması hayalî bir fikir olmaktan çıkacaktır. Çünkü yarınları inşa edecek olan, bugünkü insanların gayreti olacaktır.
                Habil ile Kabil, Hz Âdem(as)’in çocukları idi, biri kardeşlik ve barışı seçti, diğeri kavga ve düşmanlığı, unutmayalım ki, bizler de Hz Âdem(as)’in çocuklarıyız ve Habil veya Kabil olmak biraz da bizim elimizde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder