Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan
âdemsin sen -Şeyh Galip-
Günümüz
konuşmalarında öne çıkan kavram ve sözlerden bir tanesi olan “ben” -enaniyet diyebiliriz- kelimesi o kadar
fazla duyulur oldu ki, “ben”ler artık “ban, ban” sesi gibi itici ve rahatsız
edici olmaya başladı. Her konuşma ve muhabbet kişinin zati ve fiili sahip
olduklarıyla bulanmakta ve tatsızlaşmaktadır. Maalesef hepimiz böyle bir
durumla az veya çok karşılaşmakta ve bu tür bir konuşmayı irtikâp etmekteyiz.
İşin
daha kötüsü şu ki, dünya üzerindeki pek çok toplumda bu tür hastalıklar içinden
çıkılmaz bir hal alıp tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Ferdi bir “ben düşüncesi”(enaniyet)
ile başlayan bu süreç zamanla kartopu etkisi neticesinde toplumları ezip geçme
seviyesindedir.
Eski
dönemlerde de olan ve tarihin her döneminde baş gösteren “ben düşüncesi”(enaniyet)
Hz Âdem’in oğlu Kabil, Nemrut, Firavun, Sezar, Ebu Cehil vb. insanlarla
günümüze kadar temsil edile gelmiştir. Enaniyeti temsil eden her insanın aynı
refleks ve söylemlere sahip olduğunu gözlemleyebilir ve bu kişilerin ellerinde
bulundurdukları güçlerle hangi yıkımlara sebebiyet verdiğini tarih
sayfalarından çok rahat okuyabiliriz.
Güce hâkimiyetin,
enaniyetle ile birlikte olduğu her dönem insanlık tarihi ve tali’i açısından -maalesef-
kara zaman dilimleridir. Günümüz dünyasında yaşanan yıkıcı ve yakıcı
hadiselerin temelinde de yine ferdi enaniyetin başkalaşmış formları olan kabile
enaniyeti, din enaniyeti, cemaat enaniyeti, grup enaniyeti, millet enaniyeti
gibi faktörler vardır.
Bu
keşmekeşliğe çözüm olarak sunulan öneri ise, toplumların çekirdeği
mahiyetindeki insan faktörünün bu konuda ıslah edilmesidir. Yani Maide Suresi
105. ayeti gereği insanın kendi nefsine bakıp, ona verilen enaniyetin, veriliş
gayesi doğrultusunda kullanılmasıdır ve ıslah edilmesidir.(bu konuda yazılmış
ve söylenmiş birçok şey olduğundan, izahını onlara havale ediyoruz*) İnsan etrafına
baktığında olay ve hadiselerdeki tesirini ölçebilirse kâinat içerisindeki
varlığını da anlayabilir. İşte bu konuya yardımcı olabilmek ve bir yerden
başlamak adına bazı bilgiler paylaşmak istiyorum.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Buhari’de geçen
bir hadiste şöyle buyurmaktadır; “Yedi kat gök ile yedi kat yerin Kürsî
karşısında büyüklükleri, ancak bir çölün ortasına atılmış bir kapı veya yüzük
halkası kadardır. Arş’ın da Kürsî’ye göre büyüklüğü, o çölün o halkaya nazaran
büyüklüğü ölçüsündedir**” Burada
geçen “yedi kat gök ile yedi kat yer” tabiri kâinatın tarifidir ve insanı
hayrette bırakan bir büyüklük temsilidir. Şimdi soru şu; “Biz bu fotoğrafın
neresindeyiz? Kendisini görebilen var mı?”
Bir
basamak aşağıya inip kâinata(uzay da denebilir) ve Samanyolu Galaksisi
fotoğrafına bakalım. Çöl kadar bir Kürsi’de, yüzük halkası kadar tarif edilen kâinatın
içerisinde yaklaşık olarak 300 milyar galaksi bulunmakta(***) ve her galaksi,
merkezinde bulunan kara delik etrafında dönmektedir. Kara delik çok güçlü ve
karşı konulması çok zor bir yapıdır. (insan ile nefsi arasındaki ilişkiyi
anımsatıyor) İçinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi bu galaksilerden sadece
bir tanesidir. Ve aynı soru; “Biz bu fotoğrafın neresindeyiz? Kendisini görebilen
var mı?”
Bir basamak daha aşağı inelim ve çapı 100,000
ışık yılı (1 ışık yılı=9.460.800.000.000 km) olan Samanyolu Galaksisi’nden
içeri girelim. Bu kadar büyük bir yapı içerisinde yaklaşık olarak 100 milyar
yıldız bulunmaktadır. Güneş ise bu yıldızlardan sadece küçük bir tanesidir. İçinde
bulunduğumuzu iddia ettiğimiz fotoğrafa biraz zoom yaparak tekrar bakıyoruz; “Biz
bu fotoğrafın neresindeyiz? Kendisini görebilen var mı?”
Kâinatın basamaklarından bir adım daha alt
boyuta iniyoruz ve karşımıza Güneş Sistemi çıkıyor. Güneş’in çapı yaklaşık
olarak 1.391.000 km’ dir. Güneş, Samanyolu Galaksisi içerisindeki diğer
yıldızlara kıyasla küçük bir yıldız sayılmaktadır. Bununla birlikte içinde
bulunduğumuz Dünya’nın çapı yaklaşık olarak 12,742 km ve ayın çapı 3,474 km’ dir.
Rakamlar kafa karıştırabildiği gibi akıl kıyaslama yapmak için de zorlanabilir.
O yüzden kıyaslama yapmak için aşağıdaki resme bakarken, şu soruların cevabını
da arayalım; “Biz bu fotoğrafın neresindeyiz? Kendisini görebilen var mı?
Yukarıdaki
resimlere bakıp da vereceğimiz cevap elbette “hayır” olacaktır. Peki, öyleyse
bu kadar büyük bir hakikate rağmen insan neden haddini bilmez ve Yüce Yaratıcı’nın
icraatlarına ortak olma edepsizliğinde bulunur. Nasıl ki insan gözüne ufak bir
çöp girdiğinde hiçbir şey göremez, öyle de nefsin beslediği enaniyet hissi de
muhakemeyi ve basireti öyle köreltir ve insan bu iki hassasını kullanamaz hale
gelir. Enaniyetin tek icraatı olan fenalık(Nisa suresi 79. ayet) ile bulandırılıp,
kirletilen kalp aynasına, Allah’ın nuru tam yansımaz netice olarak da insanın
aklı karanlıkta kalır. Mevlana’nın dediği gibi, “kendini hiç saymazsan
hiçlikten kurtulamazsın.” İnsan, enaniyetini doğrudan kullanmaya kalksa ve
fiillerini ona bina etse varlık deryası içerisinde kaybolur gider. Allah’a
dayanıp, enaniyetini de O’nu tanıma ve anlamada kullansa kâinatın gözbebeği
olur.
---------------------------------------------------------------------------------------------
*Ene(enaniyet) hakkında detaylı bilgi: Risale-i Nur Külliyatı, 30. Söz, Bediüzzaman Said Nursi.
**Arş ve kürsi ile ilgili bilgi: Hak Dini, Kur'an Dili Tefsiri, Bakara Suresi, 255. ayet-Elmalılı Hamdi Yazır,


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder